Ahlat Ağacı

Ahlat Ağacı/ The Wild Pear Tree

 

Yönetmen:  Nuri Bilge Ceylan

Yapımcı: Zeynep Özbatur Atakan

Senarist: Nuri Bilge Ceylan, Ebru Ceylan, Akın Aksu

Cins: Sinema filmi

Türü: Dram

Çıkış tarihi: 18 Mayıs 2018

Festivaller ve ödüller:

Cannes Film Festival 2018
Toronto International Film Festival 2018
São Paulo International Film Festival 2018
BFI London Film Festival 2018
Mar del Plata International Film Festival 2018
New York Film Festival 2018
AFI Fest 2018 | World Cinema
AFI Fest 2018
Karlovy Vary International Film Festival 2018
Stockholm International Film Festival 2018
Moscow International Film Festival 2019
Ghent Film Festival 2018
Sydney Film Festival 2018
Melbourne International Film Festival 2018
Busan International Film Festival 2018
Jerusalem Film Festival 2018
Hamburg Film Festival 2018
Cartagena Film Festival 2019
Havana Film Festival 2018
Helsinki International Film Festival – Love & Anarchy 2018
Seville European Film Festival 2018
Sarajevo Film Festival 2018
Viennale 2018
Hong Kong Asian Film Festival 2018
Calgary International Film Festival 2018
Mumbai Film Festival 2018
International Film Festival of Kerala 2018

ÖZET: Yazar olma tutkusuyla yanıp tutuşan Sinan, üniversiteyi bitirip kasabasına dönünce, yazdığı metinleri bastırmak için her yolu dener. Ne var ki babasına ve bu kasabaya dair unutmaya çalıştığı pek çok şey yakasına yapışacaktır.

TAHLİL:

Her ayrıntısıyla durup düşündüren iyi film midir?

Filmin sonunda Sinan ahlat ağacına benzetiyor babasını, dedesini, kendisini. Uyumsuz, şekilsiz insanlarız diyor. Filmin adının hikâyesi bu şekilde aktarılıyor seyircilere. Aslında biçimsiz bir yığın karakterle baş başa kalıyoruz film boyunca. Onların hatalarıyla, kırgınlıklarıyla, kızgınlıklarıyla yüzleşiyoruz. Her karakter farklı bir zayıf yanımızı haykırıyor bize.

Ahlat Ağacı Nuri Bilge Ceylan’ın sahnelerin her birini ayrı ayrı şiirselleştirdiği bir film. Ceylan’ın diyalog olarak en yoğun filmi kanımca. Her diyalog satırlarının altı çizilecek bir roman gibi. Filmde Ceylan politika, edebiyat, din, aşk, varoluş kelimelerini yeniden sorgulatıyor. Her karakter farklı bir kelimenin biçim bulmuş hali gibi filmde.

Film Sinan’ın üniversiteden köyüne dönüş sahnesiyle başlıyor. Kahvede çayını yudumlarken elindeki gazeteye değil de bakabildiği kadar uzağa bakıyor Sinan. En uzakları çağırıyor bakışlarıyla.

Kuyunun çok ayrı bir sembolü var filmde. Sinan’ın dedesinin, İdris’in (Sinan’ın babası) ve Sinan’ın kendilerini yaratmaya çalışmalarını okuyorum kuyudan. Su çıkmayacağını söyleyen onca köylüye rağmen durmadan başarma tutkusuyla kazıyorlar kuyuyu. Haklı çıkma  çabası bir diğer tabirle.

Kutsala göndermeler de var filmde. Sinan’ın kutsal kavramıyla sınavı daha doğru bir deyişle. Önce toplumun kutsalı, inananların kutsalı dedesinin mahzeninde bulduğu eski kur’an-ı kerimi satıyor, sonra ise babasının filmin başında vurguladığı kutsalını Araf’ı satıyor. Bunları kendi kutsalı olan kitabını çıkarmak için mi yaptı? Babasına ispatlaması gereken ben sana benzemiyorum yargısı için mi yaptı? Bence babasına ispatlaması gereken kimliğine muhtaçtı.

Filmde imam Veysel, imam Nazmi ve Sinan’ın diyalogları da çok etkileyiciydi. İmamlar ağaçtan elma çalarken “ Dünyadan da mı kovduracaksınız bizi?” diye gidiyor yanlarına Sinan. Gülümseten birkaç sahneden biriydi bu da. İmam Veysel ve Sinan arasında olan diyaloglarda Sinan inançlarına dokundurmalarıyla cevaplar arıyor kendine. İmam Veysel’in Sinan’a sorduğu soruyu iliştiriyorum buraya “Yaradanın olduğu bir dünyada mi yaşamak isterdin, Yaradanın olmadığı bir dünyada mi?” İmam Veysel karakteri toplumdaki bir yığını eleştirircesine sorgusuz bir inanca sığınıyor.

Filmin çoğu sahnesinde Sinan’ın kendini tamamlama sürecine şahit oluyoruz. Kitap çıkarınca onlardan farklı olacağı düşüncesine sığınıyor. Kitap onu aşağıladığı kasabadan, kasabalılardan farklı kılacak, buna inanıyor. Kitabı farklı olduğunu ispat etmek için çıkarmak istiyor. Çoğu sahnede babasını eleştiriyor ve suçluyor Sinan. Babasını iflah olmaz bir romantik olarak görüyor, babasına olan benzerliklerini görmüyor.

Ama imamlarla kahvede oturdukları sahnede babasına hak veriyor gizliden gizliye. Hayata karşı bir başkaldırı olarak nitelendiriyor babasının hatalarını.

Sinan’ın babasına öfkesi askerden dönünce yaptıkları o muhabbette son buluyor. Kitabını tek okuyanın babası olduğunu görünce anlıyor aslında babasına ne kadar çok benzediğini. Eleştirdiği gerçeğin kendi gerçeği olduğunu.

 

Ceylan filmde iki intihar sahnesine de yer veriyor. İntihara çok da uzak olmadığımızı, onu her daim bir seçenek olarak düşündüğümüzü sahnelemiş kanımca.

 

Film her diyaloğuyla düşündürüyor. Notlar aldırıyor insana. Olay odaklı değil film. Sonunu merak etmiyorsunuz izlerken. Daha çok diyalogların derinliğinde kayboluyorsunuz. 3 saatlik kalın bir roman gibi aslında. Her sahnesi de ayrı bir tat bırakıyor zihinde.

 

Özetle film, edebiyatla, felsefeyle, politikayla, dinle yoğurulmuş bir başyapıt. Ceylan sahnelerin her birini yürekten hissettirdi.

 

“Hayat çok yakın gibi ama aslında değil.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir