Şimdiki zamanın ötesinde bir yerde varlığına lanetler savuruyordu. Zaman hiç olmadığı kadar bulanıktı. İçinde bulunduğu odanın kasvetli havası ruhunu daraltıyordu. Odanın küçük, ışığa hizmet edercesine güneşi kucaklayan penceresinden uzağa, kendisinin bile bilmediği en uzağa daldı. Ruhunun kutsal aidiyetini yollara teslim etti. Dudağından şu cümle döküldü: Yollar beni kabul etsin. Gitmek eylemini öylesine çok arzuluyordu ki farklı bir şekle bürünüyordu gözleri. Tıpkı bir yakut gibi ışıldıyordu karanlık tabut misali odasında. Gitmek sadece yer değiştirmek değildi. Yepyeni başlangıçlara, özlemlere, aşklara, ayrılıklara, yaşanmışlıklara koşmaktı. Derinden bir nefes aldı ve yolların soğuk, taşlı karanlıkla olan dansını hayal etti.
Yattığı koltuktan doğruldu, balkona gidip bir dal sigara yaktı. Sigaranın acı dumanı boğazını düğümledi. Ne yapacağını bilmez halde gelip yeniden kıvrıldı koltuğa. Sonu gelmez bir rutindi yaşamı. Karanlık çökmüştü yeniden. Güneş fevkalade gösterisini sunup ertesi günkü rutine kadar terk etmişti yaşadığı tabutu.