SİMÜLASYON BİR HAYAT
414 gün öncesi sıradan bir sabah. Yatağın sıcaklığını benliğinde hissettiğin ve bir o kadar da içinin enerji dolduğu. Sırtın hafiften açık kalmış, ufak bir ağrı ama ılık bir duşla gidecek cinsten. Pencere pervazının ötesinde kuş sesleri, çoktan uyanmış doğa ve 5 dakika sonra çalmaya hazırlanan alarma ilişen gözlerin. Kalkıyorsun, hem de her şey bu kadar sıradanken yeni bir güne başlamanın heyecanının da etkisiyle önce hafif bir duş alıyorsun, eşlik ediyor demlenmiş kahvenin odanın en ücra köşesini saran kokusu ve onu yudumlarken fonda akıp giden şarkılar.
Hazırlanıyorsun, kafanda günün planı: Önce derse girilecek – amfide havada uçuşan günaydınlar – ve sonra mola, yelkovan akrebin ardı sıra giderken aradan geçen üç saat. Fakülteden ayrılırken “Ne yesek?” soruları, karınlar doyunca bu sefer de kahve eşliğinde sohbet edilecek bir mekan arayışı. Karar verildi: Kendini onca seçenek arasından okulun karşısındaki kafenin menüsünü elinde tutarken bulacaksın ve dahi menüye ihtiyaç duymaksızın her zamanki kahveyi sipariş ederken. Ne geldiği mühim değil de sevdiklerinin varlığı paha biçilmez olacak. Muhabbet, ardı arkası kesilmeyen esprilerin yüzündeki tebessüme sebebiyet verişi, çevredeki insanların uğultusu, kulaklarına ulaşan jazz radio yahut gençlik türküsü. Tam da bu anda “Haydi kalkalım daha ders çalışmamız gerekiyor.” diyen, her ortamda bulunan arkadaş sesi. Tüm yolun kendisine çıktığı kütüphaneye varıldığı zaman birbirine yakın konumlandırılmış masalarda bulunan boş yerler, çantadan çıkarılan kanunlar, elden bırakılan ağır kitaplar, notlar, makaleler, zamanla masanın dört bir yanına yayılacak olan kalemler, kısa süre sonra kaybolacak o malum silgi… Oku, çiz, yaz, tekrar et, anlat derken zaman su misali akacak ve akan zamanın farkında olmadan aydınlıkta girilen kütüphane kapısından serin bir mart akşamına çıkacaksın. Otobüs durağına atılan her adımda günün yorgunluğunu hissederken bir o kadar da o hissi özleyeceğini anımsamadan arşınlayacaksın yolları. Teker teker gelecek o beklenen otobüs ve teker teker evlere dağılacak dostlar.
Evin önüne gelince çantanın içinde bulunduğunu bildiğin ama elini çantaya ilk atışında da bulamadığın anahtarın dakikalarca süren arayışı ve nihayetinden zafer senin. Kapının çat diye açılışı, gecenin sessizliğini bölen hafif bir gıcırtı. Elinden masanın üstüne bırakılan kitaplar, sırttan çıkarılan çanta, yatağa uzanıp dinlenmek için sabırsızlanan yorgun bir beden, huzurlu bir uyku…
Özledik… Belki de sıradan gelen ancak çok da kıymetli olduğunu 1 yıl 1 ay 17 gün sonra, tam da şu an hissettiğimiz sabahlarımızı, fakülteye adım atışlarımızı, amfi havasını, kırk yıllık hatır yükleyen kahvelerimizin nasıl da çabucak bittiğini anlamayışlarımızı. Önündeki kitaba odaklanmışken birden yere düşen kalemin kütüphanede oluşturduğu o tınıyı. Belki de otobüs kalabalığını, yol yorgunluğunu ve o yorgunlukla başımızı hareket halindeki aracın camına yaslamayı, bir durup bir hareket edişlerde sokaklardaki insanların eve yetişme telaşını hafif bir gün sonu müziğiyle seyredebilmeyi. Eve yorgun gelip yine de “Bugün de günün hakkını verdik” diyebilmeyi…
Evet, evet tam da şu an sıradanlıkların dört bir yanımızı kuşattığı, bilgisayar başında 414 gün ve öncesi hayatımızın simülasyonunu yaşarken sıradan gibi gelip her anı nice yeniliklere gebe eski günleri özledik…