KALBİ DELİRENLER KOĞUŞU

KALBİ DELİRENLER KOĞUŞU 

Sevgili Biricik,

Bu satırları yazdığım zamanda neler yapıyor olduğunu, nerede bulunduğunu, gülmeni sağlayan son cümleyi bilmiyorum. Aynı anda bulunduğum bunca belirsizlik beni ürkütmüyor değil. Biraz da bilmek istiyorum, ne yalan söyleyeyim..Şimdi çıkıp gelsen diyorum, arkamdaki kapıdan sessizce içeri girip sağ omzumun üzerine başını yaslasan, neler olup bittiğini uzun cümleler kurarak anlatsan diyorum…Hem beni hatırladığına dair cümleler kurarsın belki arada sırada. Karnıyarık yemeyi ne çok sevdiğimi söylesen mesela beni hatırladığına dair. Hiç unutmayacağına inansam.

Ahahaha düşünsene, ne güzel inanırdım.

Hayır, hayır, hayır..Tedirgin olma. Her şey yolunda. Ben iyiyim, olması gerektiği gibi oluyor her şey. Güzel sevebilen herkes biraz delirmeye mahkumdur zaten. Burada yalnız değilim. İsmet var, Behçet.. Ben varım. Bir de Müjgan var. Hepimizin fazla sevmekten kalbi delirmiş. Aynı odada uyuyoruz biz. Gökyüzünü görmek için el ele tutuşup koşuyoruz koridorlar boyu.. Koridorlar.. Duvarları şiirlerle, yazarların resimleriyle dolu.. Koyu yeşil ve siyah arasında rengi olan bu duvarlara haftanın bir günü yazı yazmamıza izin veriyorlar. Ama bazen koridorlardan koşar adım çıkarken gökyüzüne doğru, aklıma gözlerin geliyor. Hazır aklıma gelmişken de yazmadan edemiyorum. Bir iki defa izin günü dışında, duvarlara senden bahseden cümleler kurarken yakaladılar beni, iki haftadır gökyüzünü görmeme izin vermiyorlar o yüzden.

Nerede yaşadığımı, kimlerle beraber aynı odada kaldığımı ve hepimizin burada bulunmasındaki ortak noktayı bu satıları okuduğun anda öğreneceksin.

Mavi, beyaz ve kırmızı renklerden oluşuyor duvarımız. Hayalini kurduğumuz gibi tıpkı.. Kare bir çalışma masamız, onun kırmızı beyaz kareli bir örtüsü var. Ve üzerinde de sarı bir daktilomuz var. ‘Pencere önü çiçekleri’miz de var, renk renk.. Ne kadar olabilirse  o kadar mutluyuz bunlar sayesinde.

Sana bizimkilerden bahsedeyim.

İsmet, sabahları palyaço olarak doğum günü organizasyonlarına falan katılıyormuş. Biz ona Joker İsmet diyoruz. Çünkü günün büyük bir bölümünde gülümsemek zorunda. İsmet, yine böyle bir doğum günü organizasyonunda bir kadınla tanışmış: Aysel. Aysel’in saçları rüzgarın etkisiyle gözünün önüne gelince İsmet, kulağının arkasında toplamış Aysel’in savrulan saçlarını. Belki bir daha kendisini çağırırlar diye atamıyor palyaço kostümlerini. Bir de saçlarını uzatıyor. Belki rüzgarda savrulur da bu sefer Aysel gözünün önüne düşmesini engellemek için ellerini uzatır diye. Bu koğuştan çıkmanın ne kadar zor olduğundan bahsediyorum, dinletemiyorum. ”Aşık olmasaydım, bunun adı sadece ufak bir hoşlantı olsaydı eğer neden saçlarını toplamasına yardım edeyim ki, ne güzel rüzgarda ahenkle savruluyorken?” diyor.

Haklı, haklı.. İsmet de çok haklı..

O da güzel delirmiş.

Behçet var.. Behçet’in hikayesi biraz daha hüzünlü. Behçet, Eylül’ün babasının ofisinde çaycılık yapıyormuş. Kolay iş diyip geçme lütfen, dünyanın en güzel çayını Behçet demliyor. Eylül’ün dikkatini bir nebze olsun çekebilmek için gün içerisinde defalarca kendi kendine çay demliyormuş. Yıllar yılı dünyanın en iyi çaycısı olmak için çabalamış durmuş Behçet. Eylül’ün de dikkatini çekmiş olmalı ki ofise geldiği sabahlarda Behçet’e ‘’Günaydın!’ demeye başlamış. Gel zaman git zaman Eylül birine sevdalanmış. O da çaydan nefret mi ediyormuş ne(!) Eylül çay içmeyi bırakma kararı alınca da Behçet’in onca zamanı, kendisini geliştirmek için gösterdiği bütün çaba boşa gitmiş. O yüzdendir ki ne zaman Behçet bize çay getirse aklıma hikayesi gelir, çok üzülürüm.

Behçet’in de kalbi böyle delirmiş.

Müjgan var.. Müjgan..O da kalbi delirenler koğuşunda bizimle kalıyor.

Müjgan aslında ressam. Boğaziçi Üniversitesi’nde felsefe okurken Kuzey’e aşık olmuş. Öylesine çok sevmiş ki kendisini, yaptığı resimlerin birçoğunda Kuzey oluyormuş. Okulu devam ederken kendisine ufak bir atölye açmış. O zamanlar işleri de iyi gidiyormuş ha..Sonra sadece Kuzey’i çizmeye başlamış. E nihayetinde tabloları da satmamaya başlamış. Az kalsın piyano çalmaya da başlayacakmış ki polisler atölyesine baskın düzenleyip yanımıza getirmişler. Kalbinin yanında aklı da delirmediği için şanslı hissediyor kendisini. Ucuz kurtulmuş, senin anlayacağın..

Söylediğim gibi, 4 kişi kalıyoruz burada. Bu satırları sana kare masadaki daktilodan yazıyorum. Haftanın 11.gününde mektuplar yazmayı oldum olası çok sevmişimdir, bilirsin. Günlerden delirmenin ertesi.

İsmet de yazı yazıyormuş arada sırada. Beraber kullanacaktık daktiloyu. Daktilo kanunlarının 3.maddesinde ‘’Bir daktilodan sadece bir kişiye mektup yazılır .’’ibaresi geçiyor. Biz de kanunlara uygun hareket edelim dedik.. Zaten  İsmet’in durumu daha kötü benden. O duvarlara yazıyor hep. Koğuş duvarlarımız İsmet’in şiirleri ile dolu. Aysel’in doğum gününde kendisini çağırmasını bekleye bekleye her gün ölüyor İsmet.

Behçet çay demlemiş yine. ’’İçer misiniz?’’ diyor. Kimse cevap vermiyor artık. Çünkü Behçet o kadar çok soruyor ki gün içerisinde bu soruyu, onaylamaktan yorulduk. Bir yandan çaydanlığının arkasındaki  Eylül’ün resmine bakıyor. Ona da soruyor, elindeki fincanı fotoğrafa doğrultarak: ’’İçer misin?’’ Eylül de bizim aksimize hiç kabul etmiyor. Behçet ‘’Çok güzel olmuştu oysa…’’diyor ve ağlamaya başlıyor. Ona da alıştık.. Kimse sormuyor, ağlamaması için çaba sarf etmiyoruz artık.

Müjgan, Kuzey’in resmini çiziyor. Boyunlu kazak giydiriyor bazen, bazen oduncu gömleği, bazense dağınık bırakıyor saçlarını. O kadar çok çizmiş ki Kuzey’in resmini.. Yüz hatlarını ezberlemiş artık. Müjgan’ın sol elinin ikinci ve üçüncü parmakları arasında kendisinin arap kağıdına sardığı Amerikan tütünü var. Sağ elinde Kuzey’i resmetmekle görevlendirilmiş fırçası.. Savurdukça savuruyor fırçalarını. Bazen bir pusula resmediyor, o da Müjgan gibi.. hep kuzeyi gösteriyor..

Ben ise;

Ben seni düşünüyorum.

Daktilo tuşlarının sesi, Müjgan’ın mırıldandığı şarkının melodisi, Behçet’in kaynayan çaydanlığındaki fokurtu ve İsmet’in duvarlara şiir yazarken kurşun kaleminin çıkardığı o tok ses birbirine karışıyor. Yatağımın başlığının hemen üstünde; bir yaz akşamında, meyhanede çekilmiş o fotoğrafının çerçevelenmiş hali asılı duruyor. Ara ara gözlerim ona kayıyor. Bazı sonların ne denli anlamsız oluşunu sorguluyorum onu gördükçe. ’’Neden?’’ diyorum.. Zaten biz hep bir ağızdan ‘’Neden?’’ diye bağırıyoruz birçok gece.

Masallar yazmaya devam ediyorum hala. Kimselere okumuyorum, adresine gönderilemeyen her mektup da biraz yarım değil midir zaten? Elsa ve Ron’u hatırlıyor musun? Ron intiharın eşiğinde, uçurumun kenarında şiirler yazıp aşağıya atıyor ve süzülüşünü izliyor uçurum boyu.

Kafamda yarattığım karakterlerin de kalbi delirdi diyorum.. Onları da alın yanımıza, beraber uyuruz diyorum görevlilelere. İnandıramıyorum..

Her ayın 9’u bizim görüş günümüz. Mutlu hissetmemiz için koğuştan sorumlu görevliler ”Sevenleriniz geldi. ”diye bağırıyorlar koridorlarda. Senin gelmemiş olacağını düşünüyorum. Ama yine de gömleğimi ütüleyip giyiyorum, saçlarımı tarıyorum. Ağır aksak ama bir o kadar da heyecanlı adımlarla yürüyorum koridorlar boyu. Sonra.. sonrasını boşver. Daha önceden 9’unda gelmişti aslında diyorum ,işi çıkmıştır heralde diyorum. İşin çıkıyor değil mi, yanılmıyorum?

Belki de farklı yaralara sahip, birbirimizden habersiz bunca yıl yaşamayı başaran, günün birinde bir tavan arasına girip iyileşmeyi bekleyen iki kuştuk. Orada öyle mutluyduk ki hiç iyileşmemeyi diledik belki de. Bunun adını aşk koyduk. Sen iyileştin ve bir sabah  tavan arasından uçarak uzaklaştın. Nasıl suçlayabilirdim ki seni? Kuş olmanın geninde vardı kanatlanıp uçmak..

Seni özlemiyor değilim. Her şeyden çok seni özledim. Seninle konuşmayı, gün içerisinde neler yaptığını bilerek uyumayı, çocukça gülüşünü…Ayrı ayrı hepsini çok özledim. Gel istiyorum, anla…

Nerede olduğumu biliyorsun, aynı tavan arasındayım. Yaralarım iyileşti, ama olur da bir gün gelme ihtiyacı hissedersen diye buradan ayrılmıyorum. Lütfen, saçma karşılama. Yaraları olmayan bütün kuşlar uçmak zorunda değil nasıl olsa.

Aklın burada kalmasın. İnsan deliren bir kalple hayatına devam edebiliyor. Üzülme, lütfen.. Koridorlarda, koğuşumuzun kapısının dibinde elimde senden bahseden kağıtlarla bağırıyorum. ”Ölümsüzlüğün formulünü buldum.. ölümsüzlüğün..” diyorum. Dinletemiyorum, ama sen inan. Öyle yaşıyorsun içimde.

Yazdığımız her mektup istediğimiz zamanlarda gönderilemiyor. O yüzden bir sonraki mektup gününe kadar, kendine iyi bak.

Öptüm gözlerinden.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir