Leyal

Elleri boşlukta savrulur biçimde geçiyordu karanlık ve soğuk geceden. Ruhunu dindiren ona şefkat gösteren hiçlik, omuz vermiş de dök içini diyordu sanki. Zaman soyutluğunun ötesinde tüm lanetini kusuyordu. Karanlık ve zaman, şimdi ve belki de gelecek… Zaman kavramının dışında ve hiç olmadığı kadar da içinde olabilirdi insan. Nasıl ki tüm yaşanmışlıkların merkezindeyken Tanrı edasıyla seyre dalıyorsa varlığını. İşte tam da böyle, müdahalesiz bir varoluş kendi bütünlüğüne. Zaman; ilgiye ve övgüye muhtaç kavramlar bütünü. Her varlığın en hâli. Her şeyin dışındaki ve bir o kadar da merkezindeki kavram. Zamanının dışındaydı. Tüm varoluş iradesine inat, kendini bıraktı zamandan. Karanlığa yoldaş olsun diye, hiçliği en edene bıraktı kendini. Elleri üşümüştü; karanlıktaki ışığı, kahvenin açık olduğunu fark etti. Saat çok geç sayılmazdı ama köy ahalisi yastıklara, yorganlara sarılıp uyumuştu çoktan. Kahve de son müşterilerini uğurluyordu, demini kurutmuşlardı çayın. Soğuktan camları buğulanan loş bir ışıkla aydınlanan kahvenin çürümüş, boyası dökülmüş kapısına yöneldi. Kapının tiz bir çığlığı andıran sesine rağmen iteleyip girdi içeri. Gözleri soba sıcaklığını aradı. Kahvenin ortasında, çay tezgâhına yakın bir yerde, üç dört masanın arasında yer edinmişti soba. Ufak kahvenin ortasındaki sobaya üç adımda vardı. Ellerini ovuştura ovuştura sarıldı kahverengi sobanın yılların izini saklayan ama ateşi sönmüş borusuna. Ruhundaki karanlık büyünün sobanın borusundan girip bacaya yolculuğunu hayal etti. Kafasında hazırladığı ayin kahvecinin tok sesiyle bölündü. Oysa sobanın bacasıyla kurduğu iletişim, zamanın ve mekânın ötesindeydi. Karanlıktan, soğuktan ve kendi azabından kurtarıyordu onu. Ruhundaki tüm sancıları birer birer okşuyordu sıcak. Tekrar seslenen kahveciye odaklandı durdurup zamanın lanetini. “ Genç adam, dem kalmadı. Kapatıyorum kahveyi. Konuşmak istemediğinden ellerini ovuştura ovuştura kapıya doğru ilerledi. Karanlık gece sonsuz azabıyla bekliyordu onu. Ruhu, aklı öylesine kalabalıktı ki dile gelen kelimelere fırsat vermiyordu. Azap dolu bir iç muhasebe, sonsuz bir çatışmaya sebep oluyordu. Hiçleştirdiği zamanın kutsal varlığı yepyeni azaplara, karanlıklara gebe bırakıyordu onu.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir