TABLO

TABLO

Boyacı hazır etmişti bebe mavisi tuvalin üzerindeki beyaz bulutları.

Kuşlar bu sanatın alkışçısıydı.

Şarkılarını sabahın neşesiyle harmanlamışlar,

Durmadan cıvıldayıp güneşle cilveleşiyorlardı.

En katı yüreğin dahi dudaklarının bir ucundan yukarıya çekiştiriyordu bu tablo.

Adı bu olmalıydı tabi: neşeli tablo.

Çukurova’da olsa altına portakal bahçelerini sererdi herhalde,

Artvin’de belki deli Karadeniz’le ulu Torosları,

Egede zeytinlikleri, İzmir’de kordonu,

Iğdır’da başı dumanlı Ağrı Dağını kondururdu.

Bozkırda kısırlığa yüz tutmuş tepeleri, fakirliğin hüküm sürdüğü kerpiç evleri…

Anadolu’nun kederli simasını sığdırabilir miydi neşeli tablosuna ressam.

Ya da hala neşeli kılabilir miydi bu tabloyu?

Çamurlu lastiklerini genç kızların, esmer tenlerini oğlanların,

Sopalarıyla çobanları, bu neşeli tabloya mee’leyen kuzucuğu koyabilir miydi?

Belki bizim karakaçan aracı olurdu.

Çünkü bilirsiniz eşekler, hele ki sıpaları gülünç hayvanlardır.

Neyse ne ressamın işine karışmak olmaz.

İsterse katıversin bizim şekilsiz ovaları, susuz bahçaları,

Heveslisi de değiliz zaten şemale girmenin.

Bize ressamlardan ziyade ozanlar ses verir.

Şansımız varsa şairler uğrar, arada gelir öykücü adamlar.

Yazarlar ,söylerler ama kolay kolay çizmezler.

Hüzün dile gelir de göze gelmez.

Siz bilin ki bu hüzne gebe topraklarda saman sarısıdır umutlar,

Betonlaştıkça gri, terk edildikçe şeffaftır.

Üzülünce yoksul toprak evler gibi kahverengi,

Sevinince nenemin kınalı elleri gibi yanık bir kırmızıdır.

Ölüm hep siyahtır. Gamdır.

Burada istediğiniz kadar kuralık, istemediğinizce keder vardır.

İşte bu yüzden duvarlar put gibi kalır.

Adamlar.

Hep.

Yıkılır

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir