BOŞANMA YASAĞINDA AVRUPA’DA SON DURUM VE EVLİLİĞİN ÖLENE DEK SÜRDÜĞÜ ÜLKE: FİLİPİNLER
Dünyada hemen hemen bütün hukuk sistemlerinin kabul ettiği gibi boşanma, evlilik birliğini sona erdiren hâllerden biridir. Boşanma nedenleri her ülkenin ilgili mevzuatında farklı biçimlerde düzenlenebildiğinden, bunların dayandığı ilkeler de kabul yönünden sayıca ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilir. Mevcut hukuk sistemlerinde genel olarak kabul gören beş ilkeden söz etmek mümkündür: Kusur İlkesi (boşanmanın, ancak eşlerden birinin kusuruna dayalı olarak gerçekleşmesi), Elverişsizlik İlkesi (boşanmanın, eşlerden birinin evlilik birliğini ve birlikten doğan yükümlülüklerini yerine getirememesi halinde mümkün olması), Eylemli Ayrılık İlkesi (boşanmanın, ayrı yaşamayı alışkanlık haline getirmiş taraflar için söz konusu olması) Temelden Sarsılma İlkesi (evlilik birliğinin devamı süresince karşılaşılan birtakım sorunlar dolayısıyla eşlerden evliliği devam ettirmelerinin beklenemeyeceği hallerde boşanma yoluna gidilebilmesi), İrade İlkesi (boşanmanın, tarafların evlilik birliğini sona erdirme yönündeki ortak iradelerini açıklamalarıyla mümkün olması.) Medeni Kanunumuz, örneğin akıl hastalığına dayalı boşanmada elverişsizlik ilkesine; zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış nedenlerine dayalı boşanmada kusur ilkesine; ortak hayatın yeniden kurulamamasında eylemli ayrılık ilkesine; eşlerin anlaşarak boşanmasında irade ilkesine ve temelden sarsılma ilkesine dayanmak suretiyle söz konusu ilkelerin tamamını benimsemiştir. Buradan anlaşılacağı üzere Türk Medeni Kanununda evlilik birliğinin devamını zorlaştıran hemen her olumsuz hâl için bir boşanma sebebi mevcuttur. Bu durum, esas itibarıyla laik bir hukuk sisteminin sonucudur zira laik olmayan, bilhassa Kilise Hukuku öğretilerinin egemenliğinde gelişen hukuklarda evlilik ve evliliğin meydana getirdiği bağ kutsal addolunduğundan bunun ancak ölümle sona ereceği kabul edilir. Dolayısıyla mevzubahis hukuk sistemlerinde boşanma sebeplerinden ve onların dayandığı ilkelerden bahsetmek şöyle dursun, boşanma kurumunun varlığından dahi söz açılması mümkün değildir. Kanonik Hukuk (Canonic Law) olarak da isimlendirilen Katolik Kilisesi Hukuku, X. Yüzyıldan itibaren boşanmaya yer vermeyen görüşü benimsemiş, boşanma yerine ancak çok ender olarak, zina ve sair ağır hallerde ayrılığa izin vermiştir. Ayrılık da mahiyeti itibarıyla evlilik birliğini hukuken sona erdiren bir durum olmadığından, birliğin devamında tarafların hiçbir menfaati bulunmasa ve ailenin huzuru, eşlerin mutluluğu tümden ortadan kalkmış olsa dahi taraflar hukuken evlilik birliğini sürdürmeye mecbur tutulmuş, bunun doğal bir sonucu olarak da başkalarıyla evlenmelerine imkân tanınmamıştır. Fazlaca ilkel görünen bu tutumun birkaç asır öncesinde terk edilmiş olacağı düşüncesi ne yazık ki doğru olmaktan uzaktır.
1970’lerin başına dek boşanma kurumuna mevzuatında yer vermeyen ülkelerden biri olan İtalya, 1929 yılında Vatikan ile Laterano Antlaşması’nı imzalamış, antlaşmanın otuz dördüncü maddesiyle Katolik nikâhının geçerliliğini ve evliliğin kilise yasalarına göre düzenleneceğini kabul etmiş, evliliklerin geçersiz kılınması konusunda karar yetkisini dinsel mahkemelere bırakmış ve boşanmayı yasaklamıştır. Boşanmaya kat’i surette izin verilmemesinin çetin mücadelelere neden olduğu uzun yılların ardından, çağın koşulları da düşünüldüğünde evlilik birliği kendisi için daha çileli bir hale gelebilecek taraf olan kadınların yoğun gayret ve savaşımları neticesinde, 1 Aralık 1970 tarihinde Evliliğin Feshi Davalarının Düzenlenmesine Dair Kanun ile modern İtalya tarihinde ilk kez olarak boşanma kurumu kabul edilmiştir. 12 Mayıs 1974 tarihinde yapılan referandum ile de seçmenlere “1 Aralık 1970 tarihli ve 898 Sayılı Evliliğin Feshi Davalarının Düzenlenmesine Dair Kanunun yürürlükten kaldırılmasını istiyor musunuz?” sorusu yöneltilmiş, Hristiyan Demokratlar ve İtalyan Sosyal Hareketi boşanmayı yeniden yasadışı kılmak için “evet” oyu lehine kampanyalar yürütmüş ancak seçmenlerin %59’unun “hayır” oyu kullanması ile boşanmaya izin veren kanun yürürlükte kalmaya devam etmiştir.
İtalya’nın ardından, günümüzde hâlen nüfusun çoğunluğunun Katolik olduğu Portekiz ve İspanya’da da benzer çabaların neticesi olarak sırasıyla 1978 ve 1981 yıllarında boşanma kurumu kabul edilmiştir.
Katolikliğin yoğun etkisi altında bulunan bir diğer ülke İrlanda’da 1995 yılında yapılan referandumda boşanma olanağı tanıyan yasa değişikliği %50,2 oyla kabul edilmiş ancak boşanmak isteyen çiftler için “davadan önceki beş yılın dört yılında ayrı yaşamış olma” şartı getirilmiştir. 2019 yılında ise zorunlu ayrı yaşama süresinin dört yıldan iki yıla düşürülmesine ilişkin yasal düzenleme yapılmasının ön koşulu olan Anayasadan dört yıl şartını içeren madde hükmünün kaldırılmasına yönelik yeni bir referandum yapılmış, seçmenlerin %82’si söz konusu hükmün kaldırılması yönünde oy kullanmıştır.
Nüfusun %95’ini Katoliklerin oluşturduğu Malta ise 2011 yılına kadar boşanmayı kabul etmeyen tek Avrupa Birliği ülkesi sıfatını taşımaktaydı. 2011’de boşanmanın yasalaşmasına ilişkin halkın görüşünün alınması maksadıyla bir referandum yapıldı ve söz konusu referandum %53 “evet” oyu ile sonuçlandı. Referandum sonrasında ülkenin başbakanı, boşanmanın kabulüyle aile yapısının bozulacağı kanaatinde olduğu için “hayır” oyu kullandığına ve referandum neticesinden memnun olmadığına ilişkin alenî bir beyanatta bulundu. Benzer şekilde ülkenin başpiskoposu da Katolik Kilisesi mensuplarına referandum öncesinde gönderdiği mektuplarda, referandumda asıl olarak ailevi değerlerin yıkılması yahut onların korunmasının oylanacağını ifade ve dolayısıyla oy verirken bunun göz önünde bulundurulması gerektiğini îma etmek suretiyle boşanmanın yasalaşmasına şiddetle karşı çıktığını açıkça gösterdi. Referandumdan birkaç ay sonra kanun parlamentodan 52 kabul, 11 ret oyu alarak geçti. Aynı yılın Ekim ayında mevzubahis kanunun cumhurbaşkanı tarafından da onaylanarak yürürlüğe girmesiyle dünya üzerinde boşanmanın hukuken mümkün olmadığı 2 ülke kaldı: Vatikan ve Filipinler.
Nüfusun bin civarında olduğu şehir devleti Vatikan’da yalnız kilise görevlileri ve muhafızların ikâmet etmeleri, kilise görevlilerinin de dini sebeplerle evlenmelerinin mümkün olmaması boşanma kurumunun yokluğunu açıklar niteliktedir. Öte yandan muhafızların evlenmeleri de sıkı kurallara bağlanmıştır.
Filipinler’de durum, yukarıda bahsedilen ülkelerde olduğundan çok da farklı değildir. Dikkate değer tek fark, bu ülkede söz konusu yasağın hâlen mevcut olmasıdır. Yüz sekiz milyon nüfusa sahip ülkede yüzde seksen civarında Katolik bulunmakla birlikte farklı inançlardan (İslam, çeşitli geleneksel dinler) yahut Hıristiyanlığın diğer mezheplerinden (örneğin Protestanlık) kimseler de yaşamaktadır. Bununla birlikte boşanma, ancak şeriat uyarınca Morolar olarak isimlendirilen Müslüman topluluklar için söz konusudur. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Katoliklerin ise boşanmalarına imkân tanınmamaktadır. Burada, eşlerden birinin diğerine fiziksel şiddet uygulamasının, evi terk etmesinin, evlilik dışı ilişki yürütmesinin, alkolik veya madde bağımlısı olmasının da hiçbir önemi yoktur. Böyle ağır hallerde ancak yasal ayrılığa izin verilmektedir. Yasal ayrılık, çiftlerin hukuken evli kalmakla birlikte fiilen ayrı yaşamalarının mahkemece karar altına alındığı bir süreç olarak ifade edilir. Ahlaki ve dinsel sebeplerle tarafların boşanma yoluna gitmek istememesi yahut ülkede boşanmaya müsaade edilmemesi, yasal ayrılık kurumunun varlık nedenleri arasındadır. Durumun gereklerini göz önünde bulundurarak hâkim, ayrılığa sürekli olarak veya belli bir süre için hükmedebilir. Günümüzde örneğin Kanada, ABD, İtalya ve az evvel zikredildiği gibi Filipinler’de yasal ayrılık mümkündür. Belirtmek gerekir ki Kanada, ABD ve İtalya aynı zamanda boşanmaya da imkân tanıyan ülkelerdir. Oysa Filipinler’de tarafların başvurabileceği tek yol, ancak yukarıda sayılan sebeplerden bazıları veya benzerlerinin varlığı halinde, yasal ayrılıktır.
1950 yılında kabul edilen Filipinler Medeni Kanununa göre yalnız iki sebebe dayalı olarak mahkemeden yasal ayrılık talebinde bulunulabilmekteydi: Eşlerden birinin zina suçunu işlemesi yahut diğerinin hayatına kastetmesi. 1988’de yürürlüğe giren Aile Kanunu ile yasal ayrılık talebinde bulunan eşe, onun çocuğuna ya da tarafların ortak çocuğuna yönelik sürekli fiziksel şiddet veya ağır biçimde kötü davranış, talepte bulunan eşi, çocuğunu yahut tarafların ortak çocuğunu fiziksel şiddet veya ahlaki baskı yoluyla din ya da siyasi görüşünü değiştirmeye zorlama, cinsel sadakatsizlik, cinsî sapkınlık, haklı bir sebep olmaksızın bir yıldan uzun süreli terk gibi daha pek çok durum da yasal ayrılık sebebi olarak kabul edildi.
Tarafların hukuken hâlen “evli” kişisel durumunda bulundukları yasal ayrılık için dahi bu denli ağır şartların mevcudiyetinin aranması, Filipinler’de mağduriyetin boyutları hakkında yeterince fikir edinmemizi sağlamaktadır. İstatistiklere göre ülkede 15-49 yaş arası kadınların maruz kaldığı en yaygın şiddet türü, evlilik içi şiddettir. Evlilik birliğinin devamında kendileri yönünden hiçbir yararın bulunmadığı böylesi durumlarda bile kendilerine boşanma olanağı tanınmayan kadınlar yıllardır, tabii olarak, bir yandan hukuk sistemi diğer yandan kilisenin fertlerin menfaatlerini hiçe sayan katı kuralları ile mücadele etmektedirler. Konuya ilişkin kilisenin savunduğu yegâne görüş, kutsal sayılan evlilik bağının ancak ölümle sona ereceği, diğer bir deyişle Tanrı’nın ayırmadığını kulun da ayıramayacağı görüşüdür. Ancak bütünüyle dünyevî bir mahiyet gösteren evlenmeye uhrevî anlamlar yüklemek suretiyle onu ebedî kılma gayretlerinin savunulacak yahut desteklenecek bir yanı yoktur. Diğer yandan otoriterler de kilise ile benzer düşünceler ileri sürmekle birlikte, çiftlere boşanma imkânı tanınmasının aile kurumunu giderek zayıflatacağını, toplumda huzursuzluklara neden olacağını iddia etmektedirler. Burada gözden kaçırılan hakikat, tarafların iradeleriyle yahut iradeleri dışında meydana gelen kimi olayların onların huzurlu ve mutlu birlikteliklerini onarılamayacak biçimde zedeleyebileceği, dolayısıyla mecburen evli kalan ve yeni bir evlilik yapma şansı tanınmayan yüz binlerce mutsuz insandan da mutlu, huzurlu bir toplum yaratılamayacağıdır. Toplumda huzuru, güvenliği ve istikrarı sağlamanın yolları, devamında ne taraflar ne de toplum yönünden fayda bulunmayan evlenmeleri sona erdirmek isteyenlerin önüne taşlar dizmede değil; başta mutsuz ve zoraki evliliklerden en büyük hasarı alan kadınlar olmak üzere bütün birlikteliklerde, ilişkilerde bireylerin hak ve özgürlüklerini en yüksek düzeyde koruma altına alma imkânlarında aranmalıdır. Aile kurumunun korunması gerekliliğine temel olarak alınan kamu düzeninin sağlanması amacına da ancak bu yolla ulaşılabilir.
KAYNAKÇA
KİTAPLAR:
AKINTÜRK (Turgut) ve Derya Ateş , Aile Hukuku, İstanbul, Beta, 23.B., 2021.
İNTERNET KAYNAKLARI:
https://expatriatelaw.com/where-to-divorce/divorce-where-you-live/expat-divorce-in-malta/
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1276542
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2011/07/110726_malta_divorce
https://www.jstor.org/stable/pdf/26332173.pdf
https://tr.sputniknews.com/avrupa/201901301037376391-irlanda-bosanma-yasasi-referandum/
https://en.wikipedia.org/wiki/2011_Maltese_divorce_referendum
https://en.wikipedia.org/wiki/Legal_separation
https://en.wikipedia.org/wiki/Civil_Code_of_the_Philippines
https://en.wikipedia.org/wiki/1974_Italian_divorce_referendum
https://en.wikipedia.org/wiki/Fifteenth_Amendment_of_the_Constitution_of_Ireland
https://en.wikipedia.org/wiki/Lateran_Treaty