AYNADAKİ BEN

AYNADAKİ BEN

“Başına buyruktur o, söz dinlemez, kendi bildiğini okur. Siz aldırmayın pek onu, kusurumuza bakmayın, Allah’a emanet…”

Kapıdan çıktıklarında sinirinden kudurmuştu anne; yan gözle bakıyordu kızına, gözlerinden alev çıkıyormuşçasına bakıyordu, söyleniyordu bir yandan: “Ne diye getirdim ki seni? Bilmiyordum sanki huyunu, rezil ettin bizi el aleme!” Umursanmadıkça köpürüyordu: “He bir de umurunda değilmiş gibi yapıyorsun öyle mi? Bahçedeki tüm sebzeleri harap etmişsin! Ödeyemeyiz de o hasarı! Bir de suçundan sonra ev ahalini azarlıyorsun! Ne yapacağım ben Allah’ım, sabır ver!”

Kızı sanki hiçbir şey duymuyormuş gibi yürüyordu annesinin yanında, arada bir gökyüzüne bakıp umutla uçuşan kuşları seyrediyordu. Sonra döndü, “Biz de kuş olsak çok eğlenirdik değil mi anne? Bak, onlar çok mutlu gözüküyor, hem uçabiliyorlar da!” Annesi birden durdu, kızının elini tüm gücüyle sıktı. Yolda olduklarının farkında bile olmadan avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı: “Sen benimle dalga mı geçiyorsun Zeynep! Az önce beni nasıl bir derde soktuğunun farkında değil misin? Neden her gün beni daha fazla sınamaya uğraşıyorsun? Annenim ben senin annen!” Ağlamaya başlamıştı, sinirinin yerini çaresiz bir hüzün aldı. Zeynep o anda durdu ve bağırmaya başladı. “Anne, annecim neden ağlıyorsun? Lütfen ağlama anne ben bir şey yapmadım. Yapmadım değil mi? Ağlama lütfen anne!” Bu sözlerinden sonra kendisi de ağlamaya başlamıştı. Anne bir süre kızını izledi. Başına açtığı her beladan sonra yaptığı şeyleri tekrarlıyordu yine. Zeynep durdu ve gülümseyerek sordu: “Kuş olmak istediğim için mi kızdın?”

Eve geldiklerinde Zeynep her zaman yaptığı gibi koşarak odasına gitti ve hiçbir şey olmamış gibi oyuncaklarıyla oynamaya başladı. İçerde annesi telefonla konuşuyordu: “İnan bana onu artık sevemiyorum abla, dayanamıyorum artık, sanki her şeyi beni daha fazla sinirlendirmek için yapıyor. 16 yaşına geldi, hala oyuncaklarıyla oynuyor baksana! Büyürse akıllanır demiştin, yaşına ver demiştin, daha ne kadar büyüyecek abla? Nasıl ödeyeceğim ben o hasarı? Bir de ev sahibelerine bağırıp çağırdı: ‘Bahçenizde istediğimi bulamıyorum! İşe yaramaz bir bahçeniz var!’ dedi. Etrafımda insan kalmadı artık bu kız yüzünden!”

Sözlerini tam bitirdi ki içeri Zeynep girdi. Annesi büyük bir tereddütle kızına baktı; gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Her şeyi duyduğunu düşünerek açıklama yapmaya çalışacaktı. Fakat Zeynep izin vermedi: “En sevdiğim bebeğimin kolu yırtıldı anne!” dedi ağlamamaya çalışarak. Anne hemen suçlu tavrının yerine sinirli halini takınarak cevap verdi: “Beter olsun!”

Anne birkaç saat sonra dayanamayıp bebeği tamir etmek için kızının odasına gitti. Zeynep dolabındaki aynaya bakıyordu, kımıldamadan sadece kendisini izliyordu; ağlamıyordu, gülmüyordu, korkutucu bir şekilde ifadesizdi. Anne bu duruma alışık olduğundan “Yine nereni beğenemedin çirkin ördek yavrusu?” dedi alaycı bir ses tonuyla. Sonra ekledi: “Ver şu bebeğini de tamir edeyim, çürüdü artık.” Zeynep gülümseyerek döndü ve annesine sarıldı: “Canım annem!”

Kolu dikerken aynı zamanda kızını izliyordu anne, sormaktan bıkmadığı o soruyu tekrarladı yine: “Kızım bu bebeklerle oynamak için çok büyüksün biliyorsun değil mi?” Zeynep duraksamadan aynı cevabı verdi: “Ben onlarla oynamıyorum ki, sadece değer veriyorum.”

İşi biter bitmez çıktı odadan anne. Çıkarken “Yemek hazırlamama yardım etmeye gel, gerçi ne zaman yardım ettin ki? Boş versene, yemek hazır olduğunda gel yeter!” Zeynep büyük bir mutlulukla “Teşekkür ederim anne!” dedi, annesine en içten teşekkürlerini bebeklerini tamir ettiğinde sunardı.

Anne sofrayı hazırladı; kızının yine yanına gitmeden gelmeyeceğini biliyordu. Odasına girdi ve onu aynanın önünden çekip “Şu sofranın saatini en iyi bilen sensin, yine de inadıma gelmiyorsun!” Zeynep kendine gelmek için silkindi: “Kuş olmak istediğim için mi kızmıştın anne?” dedi.

Sofrada okul hakkında konuştular, Zeynep okulda başarılı bir öğrenci değildi. Ancak öğretmenleri ona asla kızmazdı. Çünkü ne kadar başarısız olsa da hayal gücüyle ve konuşmalarıyla derse renk katardı, ayrıca haylazlık da yapmazdı. Annesi okulla ilgili her konuşmalarında onu azarlar, derslerine çalışması gerektiğini anlatır dururdu. Zeynep onun her azarlamasında olduğu gibi bu tür söylemlerine de kayıtsız kalırdı. O zaman annesi şöyle şefkatle sorardı sorusunu: “Neden derslerine çalışmıyorsun kızım?” Bu soruya gülümseyerek cevap verirdi Zeynep: “Çünkü onlardan hiçbir şey anlamıyorum anne.” Sonra kahkaha atardı: “Onlara değer vermiyorum.”

Bir gün anne okul çıkışında Zeynep’e bir sürprizi olduğunu söyledi. Onu oyuncaklardan kurtarmak için bir planı vardı. Ona bir gitar alacak, tüm meşguliyetinin bu olmasını sağlayacaktı. Böylece en azından bir konuda kendini geliştirebilirdi. Zaten odasından zorla çıkarılmadıkça çıkmazdı. Biraz baş şişirecekti ama o bebeklerden kurtulmaya değerdi.

Zeynep okul çıkışında annesini görünce en yakın arkadaşına “Görüşürüz Nihal!” diyerek veda etti. Büyük bir heyecanla annesinin yanına koştu. “Anne bana ne sürprizin var?” dedi merakla. “Bekle ve gör seni haylaz!” diye karşılık verdi annesi. Beraber bir müzik aleti mağazasına doğru gittiler. Annesi ona bir gitar aldı ve mağaza çıkışında kızının kulağına eğilerek şunları söyledi: “Artık kocaman bir hanımefendi oldun, bundan sonra çocuk gibi o oyuncaklarla oynamanı istemiyorum tamam mı kızım?” Az önceki heyecanı aniden silindi Zeynep’in ve büyük bir şoka uğrayarak bağırdı: “Ne yaptın anne? Onu küstürdün! Kalbini kırdın onun! Neden yaptın bunu?” Anne şaşkınlıktan donakaldı ve bir şey soramadan kızının koşmaya başladığını gördü. Kovalanıyormuş gibi koşuyordu şimdi Zeynep ve sürekli bağırıyordu: “Kalbini kırdın onun!” Annesi kendine gelip onu yakalamak için koşmaya başladığında Zeynep birden kendini yola attı: “Hayır! Gitme, özür dileyecek! Baba!”

Gözyaşlarının arasından bulanık görebildiği adam ona sorular soruyordu: “Hanımefendi, acınızı anlıyorum fakat, bilgi vermeniz gerekiyor.” Anne konuşamıyordu, hıçkırıkları arasından bir şeyler mırıldanıyordu sadece. Adam kalabalık arasından yaşlı bir beyefendiyi işaret etti: “Sürücünün suçu olup olmadığını bilmek zorundayız. Kızınızın ölümünden o adam sorumlu. Lütfen bize olayı anlatabilir misiniz?” Anne çaresiz ve buğulu gözlerini adama çevirdi, mırıldanışlarını belirginleştirmeye çalıştı: “Ba… Ba baba dedi, araba çarpmadan önce… Baba dedi… Onun, babası yok ki. Babası yok ki komiser bey… Öldü o. Altı sene oldu. Öldü o komiser bey…”

Kapıyı yavaşça açtı, gitarı koridora attı, anahtarı kapıda unutup kızının odasına girdi. Vücudu titriyordu. Yavaşça kızının yatağına uzandı. Ağlamıyordu. Odayı inceledi uzun süre. Birden bu odayı o kadar da iyi bilmediğini fark etti. Aniden ayağa fırladı. Kızının uğruna öldüğü “babası” buralarda bir yerlerde olmalıydı. Çıldırmış gibi odayı aramaya başladı. Çekmeceleri döktü: Eskimiş saç tokaları, eskimiş takılar, eskimiş defterler, eskimiş yatak, eskimiş, eski… Acıdan kıvranıyordu: “Neredesin pis herif! Nefret ediyorum senden! Nefret ediyorum!” Sayıklayarak ağlamaya başladı. Yere fırlattığı defterlerden biri açılmıştı. Gözü ona ilişti: “Babam…” yazıyordu. Aceleyle eline alıp okumaya başladı:

“Yine kavga ettiler bugün, ama ben onları kavga ederken izlemeyi sevmiyorum. Babam da diyor zaten, ‘odanda kal’ diyor. Onu dinliyorum ben. Annem kızıyor ama ne yapayım babam haklı bence. Annem hep kızıyor zaten bana. Bilmiyorum sanıyor ama biliyorum, babam anlattı. O benim gerçek annem değilmiş. Hem gerçek annem olsaydı bana bu kadar kötü davranmazmış. O yüzden babam koruyor beni ondan. Bazen eve gelmiyor ama olsun…”

Bir yıl önce yazılmıştı. Annenin gözleri şaşkınlıktan fırlayacak gibi oldu. Babası hayatta değilse, ona bu gerçeği kim anlatmıştı? Aceleyle sayfaları karıştırmaya başladı:

“Bugün yine hiç sevmediğim o komşuya gittik annemle. Gitmek istemedim ama babam gel dedi, onu dinledim ben de. Sonra babamla bahçede oynamaya çıktık. Hani şu hep oynadığımız oyun var ya saklanmalı. Babam saklandı ama onu sonra bulamadım. Yer yarıldı da içine girdi sanki. Ben de yeri kazıdım belki ordadır diye. Çünkü annem bir kere bana demişti: “Babanı görmek istersen o toprağın altında, ama hissetmek istersen kalbinde.” Ben görmek istiyordum, aradım ama annem yine yalan söylemiş bana…”

Hıçkırıkları arasında çevirdi sayfayı anne:

“Nihal’e anlattım olanları. Annem bana kötü şeyler söyledi dedim. ‘Takma onu duymamış gibi yap.’ dedi. Ben de babama sordum, o da Nihal’e hak verdi. Hem annem o zaman biraz seviyor gibi yapıyor beni. Daha yumuşak soru soruyor. Teyzeme dedi, sevemiyorum o kızı dedi. Babamla konuşuyorduk ama duydum ben onu, babam dikkatim dağılsın diye yırttı kolunu biliyorum. Yapmaz babam, bebeklerime zarar vermez. O bana hep diyor ki ‘Değer ver kızım, değer verdikçe büyürsün.’ Değer verdim ben onlara biliyor. Hem sofrada da şaka yapıyor hep, ‘Dersler değerli değildir.’ diyor. Ama annem de şakalarımızı hiç anlamıyor. Kuş olsak mutlu olurduk dedik babamla. Annem bana kızmasın diye konuyu değiştirdi ya, hep yapar zaten, korur beni, sonra annem daha çok kızdı bana. Ağladı. Ben bir şey yapmadım ki, babama da sordum yapmadım değil mi, diye. Yapmamışım. Babam ‘Kuş oluruz diye korktuğu için kızmıştır.’ dedi…”

Anne gözyaşlarıyla ıslanan kâğıdı çevirmeye çalışıyordu. Bir yandan sayıklıyordu: Nihal de kimdi?

“Babam sofra hazırlamamı istemiyor. O zaman oyun oynayacak vaktimiz azalıyormuş. Sonra beraber aynaya bakıyoruz. Bu en sevdiğim oyun, çünkü aynaya bakınca kendimizi görürmüşüz. Ama sadece görüntümüzü değilmiş, ‘benliğimizi’ de görürmüşüz. Ama bunun için odaklanmamız gerekirmiş. Babam öğretti. Ben bunu yaparken o da bebeklerimle oynuyor hem, çok seviyor bebeklerimi. Benim de sevmemi istiyor…”

Anne sayfalara dokunarak bebekleri süzdü. İçindeki nefretin hüzne dönüşmesine şahit olan o bebeklere…

“Aynaya bakarken annemin anlattığı gibi biri miyim, diye düşünüyorum ben de. O hep kızar bana, kötüsün der, kötü müyüm diye görmeye çalışıyorum ben de. Annem ona da kızıyor. Oysa ben o bana kötü şeyler söylemesin diye kendimi düzeltmek istiyorum. Ama hiç göremiyorum biliyor musun? Babam daha çok mutlu olsun diye aynaya bakıyorum sadece…”

Anne son satırları okurken kızının dolabındaki aynanın önünde olduğunu fark etti. Yavaşça ve korku içinde kafasını kaldırdı. Aynadaki görüntüsüyle göz göze geldi. Bir süre öyle kaldı. “Başına buyruktur o, söz dinlemez. Kendi bildiğini okur, kimseye de aldırış etmez!”

İfadeleri yavaşça yok oldu ve Zeynep’in aynaya bakarken takındığı korkunç ifadesizlikle kendini izlemeye başladı. Ancak Zeynep’le arasında bir fark vardı: O, Zeynep’in başaramadığını başarmıştı; ‘benliğini’ görebiliyordu…

AYNADAKİ BEN” te bir düşünce

  1. Bengisu Eda Karaburç diyor ki:

    Çok güzel bir yazı olmuş. Duyguyu gerçekten içimde hissettiğim, ağladığım nadir yazılardan oldu. Tebrik ederim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir