Osmanlı’dan Günümüze Din-Devlet İlişkisi ve Laiklik

Osmanlı’dan Günümüze Din-Devlet İlişkisi ve Laiklik

 

1.GİRİŞ

“Din”, kültürün bir parçası ve temel bir toplumsal kurumdur. Bu nedenle insanlar içine doğdukları toplumda direkt olarak belirli bir dinin inanç ve değerleriyle muhatap olurlar. Tarihsel süreçte din, gücünü ve etkinliğini sürekli değiştirmiş olsa da ekonomi, siyaset, hukuk vb. alanlarla sürekli bir ilişki içerisinde bulunmuştur. Dolayısıyla, özellikle kolektif anlamda kimliklerin oluşturulmasında son derece önemli bir rol oynamıştır.

Batı’nın kilise-devlet çatışmasının bir ürünü olan laiklik olgusu günümüz Türkiyesi’nin de sürekli güncel tutulan konularından biridir. Özellikle Cumhuriyetin ilanıyla büyük bir ivme kazanan ve batı medeniyetinin uygarlığına ulaşma projesinin de önemli bir ayağı olan laikliğin, Osmanlı’dan günümüze ne tarz tartışmalara maruz kaldığını kronolojiyi de dikkate alarak açıklamaya çalışacağım.

 

2.LAİKLİK  KAVRAMININ ETİMOLOJİSİ

Etimolojik açıdan latincedeki “Laicus” sözcüğünden gelen laiklik terimi Türkçeye Fransızcadaki “laic/laique” sözcüğünden geçmiştir. Batı dillerinde “dine ya da kiliseye ait olmayan” anlamına gelir. Ancak laikliğin tek bir anlayış biçimi yoktur. Kavram, geniş bir perspektiften hareketle üç alanda ele alınabilir. Anglo-sakson dünyasındaki “sekülerizm” kavramının kapsamını da düşündüğümüzde felsefi, sosyolojik ve siyasi-hukuki anlamlarıyla ayrı ayrı ele alabiliriz.

Felsefi bakımdan, metafizik ve teolojik inanışları rasyonel bilgiden ayırarak bilginin referansının tanrısal inanç ve inanış kaynaklı olmaması gerektiği anlamına gelir. Batı dünyasında modernitenin temel noktaları olarak kabul edilen Rönesans, Reform ve Aydınlanma döneminde güçlü bir kabul haline gelen laik-rasyonel düşünce, eski Tanrısal anlayış yerine modern bilimlerin temelini oluşturduğu rasyonel bir evren anlayışını getirmiştir.

Sosyolojik anlamda ise laiklik kavramı yerine daha ziyade sekülerleşme terimi kullanılmaktadır. Bu sözcük laiklik kelimesinin içerik olarak farklı bir karşılığıdır. Dinin toplumsal hayattaki etkisinin en aza indirilmesini ve toplumun büyük ölçüde dünyevileşmesini ifade eder. Bu durum toplum içerisindeki ilişkilerde insan aklı ve pratiğinin temel olmasını ve dini, mistik ve irrasyonel unsurların ikinci plana düşmesi anlamına gelmektedir.

Siyasi-hukuki anlamda laiklik ise din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devletin dini temellere dayanmaması, aynı şekilde dinin de devletin işlerine karışmaması anlamına gelir. Laiklik, kimi çevrelerin iddia ettiği gibi devletin dine karşı gelmesi, din düşmanlığı yapması değil, devlet yönetiminde dini kuralları referans almaması ve meşruiyetini de dinsel değerlerden almamasını ifade eder. Devletin resmi bir dini olmaması, dinsel inançlar karşısında tarafsız ve hoşgörülü olması, kamusal hizmetlerde herkese eşit davranması, vatandaşları karşısında sadece hukuk kurallarına göre muamele etmesi, din ve vicdan özgürlüğünü sağlaması laik devlet anlayışının tezahüründeki temel ilkelerdir.

 

3.OSMANLI DÖNEMİNDE LAİKLİK

Türkiye’de laikliğin siyasi-hukuki anlamda kurumsallaşması Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiş olmakla birlikte Osmanlı Devleti’nden alınan birtakım miraslar da olmuştur. Öncelikle bir devletin resmi bir dininin bulunmasıyla o devletin teokratik yapıya sahip oluşunu birbirine karıştırmamak gerekir. Osmanlı Devleti tam anlamıyla teokratik bir yapı ve işleyişe sahip değildir. Osmanlı’da siyasi iktidarın meşruiyeti dine dayanmakla birlikte hukuk düzeni tam anlamıyla dini değildir ve siyasi-toplumsal süreçte din dışı unsurlar de-facto etkili olmuştur.

Osmanlı’da devletin merkezi konumu ve önceliği, dini oluşumların devletin üzerine ve dışına çıkmasına izin vermemiştir. Devlet-din ilişkisi “devletin dinin önünde olması” şeklinde ifade edilebilir. Devlet gerekleri dini gereklerin önünde yer almış ve olası bir çatışmada dini gerekler devlet gereklerine göre yorumlanmıştır. Yani devlet maslahatı daha üstün tutulmuştur. Fatih Kanunnamesi’nde yer alan kardeş katlinin, din ve geleneğin dışında sadece “devlet aklı” ile açıklanabilmesi bu duruma bir örnektir. Yani din, devletin otoritesinin emrinde bir kurumdur. Cumhuriyet döneminde de devletin dini kendi emrinde bir kuruma dönüştürme projesi, ulema ve tarikat önderlerinin etkisinden koruma çabası aslında Osmanlı’dan tevarüs eden (miras kalan) bir geleneğin göstergesidir.

Osmanlı’da laiklik, Batı’dan gelen kültürel etkilenmeler ve modern kurumları laik bir yaklaşımla oluşturmak vs. amacıyla değil değil daha ziyade boyun eğilen siyasi gereklilikler olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa devletlerinin gayri müslimlerin lehine müdahalelerini önlemek ve ayrılıkçı eğilimleri frenlemek için birtakım politikalar uygulamak zorunda olan Osmanlı, bireylerin dini inançları yüzünden hor görülüp farklı muameleye tabi tutulmaları ve hukukun önünde herkesin eşit olması anlamında laikliğin önemli bir aşaması olan “müsavat” prensibini kabul etmiştir. 1856 yılında ısdar edilen Islahat Fermanı ise tam anlamıyla laik bir fermandır.

Türk toplumunun yapısına baktığımızda ise siyasi alanın dışında laikliğin yerleşebileceği felsefi-kültürel temeller bulmak çok zordur. Dolayısıyla bu dönemdeki yapılan siyasi laiklik hareketleri, devleti “kağıt üzerinde” yavaşça laikleştirmeye başlamıştır. Bu düzenlemeler Cumhuriyete kadar devam eden bir temel oluşturmaktadır.

 

4.CUMHURİYET DÖNEMİNDE LAİKLİK

Hukuksal çerçevede laiklik bir ilke olarak anayasamıza 1924 Anayasası’nda yapılan 1937 değişikliği  ile girmiştir. Laikliğin kurumsallaşması için atılan adımlar arasında hilafetin kaldırılması ve eğitimin birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) (1924), tekke ve zaviyelerin kapatılması (1925), Medeni Kanunun kabulü (1926), 24 Anayasasının ikinci maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır.” ibaresinin kaldırılması (1928) sayılabilir. 1928’den bu yana ise Türk Anayasalarında devlet dini ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır.

Cumhuriyet’in din olgusuna bakışı ve bu alandaki düzenlemeleri, dini devlet kontrolüne almak amacıyla açıklayabiliriz. Bunun için de Müslüman halkın dini gereksinimleri bir kamu hizmeti olarak görülmüş ve bu kapsamda Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Böylece Cumhuriyet’in kurucuları, dini tarikatlar ve cemaatler eksenindeki dinsel unsurlarını kendi bünyesi altına almıştır.

Kökenlerini Osmanlı’nın son dönemlerinden alan laikleşme süreci, Fransa’da olduğu gibi Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte devrimci ve köktenci yollardan ivme kazandığı için bu dönemi daha ziyade “laik toplumsallaşma süreci” olarak laisizm kavramı ile ifade edebiliriz. Din, bireylerin özel alanlarının bir özgürlük konusu olarak görülmüş ve özel alan dışını da denetim altında tutulmuştur. Bu dönemdeki laiklik uygulaması, Batı uygarlığını yakalamaya ve bir kültür devrimi gerçekleştirmeye yönelen siyasal rejimin dini gericiliği ve irticayı önlemek amacından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Aynı dönemde din, merkeze karşı zayıf bulunan taşranın kendini ifade etme varlığını devam ettirme aracı olarak kullanılmıştır. Toplumdaki din-devlet uzlaşması temeline dayanan siyasi geleneği de göz önünde bulundurduğumuzda, dini tepkiler aslında hukuki ilke olarak laikliğe değil bir ideoloji olarak Sünni İslam’a bir rakip çıkartılmasına yöneliktir. Bu durum da, laikliğin din düşmanı olarak algılanmasına ve Müslümanların dini faaliyetlerinin siyasileşmesine neden olmuştur.

 

5.SONUÇ

Toplumsal yapının iki önemli unsuru olan din ve devlet, diğer toplumsal unsurlar gibi kaçınılmaz olarak birbirleriyle ilişki içerisindedir. İlişkinin niteliği ve kurumsallaşması tarihsel süreçte, farklı dinsel geleneklerde ve kültürlerde değişik modellerde gelişim göstermiştir. Özellikle Batı’da din ile ruhban sınıfının siyaset ve devlet yönetimindeki baskısını kaldıran bir yapı olan laiklik; siyasi, sosyal ve kültürel alana kademeli olarak işlemiştir. Buna karşılık İslam ülkelerinde kademeli (tedrici) olarak işlememiştir. Çünkü laiklik, İslam dünyasının kendi tarihsel, tecrübe ve kültür geleneğinin bir ürünü değildir. Ayrıca, Avrupa ülkelerinin sömürgecilik politikaları çerçevesinde 19. yy’da laikliği ideolojik olarak empoze etmeye çalışması durumu daha sorunsal bir hale getirmiştir. Tüm bu etkenler laiklik sistemini tercih eden İslam ülkelerinde süregelen tartışmaların zeminini oluşturmuştur.

Ek olarak, şunu unutmamak gerekir ki bu konuda yapılacak tartışmaların, sunulacak görüş ve önerilerin tarihsel temellerden kopuk soyutlamalar içerisinde sunulması tabir-i caizse konunun erozyona uğramasına neden olmaktadır. Bu nedenle bir kavramın ya da düşüncenin altyapısını ve geçerliliğini test edebileceğimiz en iyi kriter tarihtir. Dolayısıyla bu kurumları tarihsel süreklilik içerisinde çözümlemek son derece önemlidir.

 

Kaynakça

ACAR, S. (tarih yok). Laiklik Konusunda Kavram Karmaşası.

DUMAN, M. Z. (2010). Türkiye’de Laiklik Sorununun Siyasal Temelleri. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi.

Dünyada Laiklik. (tarih yok). Wikipedia: https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnyada_laiklik adresinden alındı

Gencer, B. (tarih yok). Türkiye’de Laikliğin Tarihi Dinamikleri. Toplum ve Bilim, 151-169.

ORTAYLI, İ. (tarih yok). Osmanlı Devletinde Laiklik ve Hukukun Romanizasyonu.

Türkiye’de Laiklik. (tarih yok). Wikipedia: https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_laiklik adresinden alındı

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir